27 Ocak 2013 Pazar

HİNKAL

Bu yazımda size Dağıstan’ın geleneksel yemeklerinden biri olan “hinkal”dan bahsetmek istiyorum. Tabi öncesinde neden Dağıstan yemeğinden bahsettiğim ve Dağıstan’ın neresi olduğu hakkında da çok kısa bilgi vereyim.

Efenim biz köken olarak Dağıstan’lıyız ve Avar soyundan gelmekteyiz. Dağıstan hakkında kısa bilgiyi aşağıdaki link vasıtasıyla wikipedia’dan alabilirsiniz.
  
Dağıstan’ın nerede olduğunu merak edenlere ise aşağıdaki harita yardımcı olacaktır.
 

İşte şimdi bu güzel ülkenin folklorunda önemli bir yer tutan Hinkal yemeğini size anlatabilirim.

Hinkal hamur işi bir yiyecek olup çok lezzetli ve doyurucu bir yemektir. İçerisindeki muhteviyata göre kıymalı, peynirli, yumurtalı vs. çeşitleri yapılır. Ancak bana soracak olursanız ben esaslı bir hinkalın kıymalı olduğunu düşünüyorum. Tabi bu benim tercihim. Hinkal yanında çorbası ile servis edilir. Çorbası, pişen hinkalların içinde kaynadığı sudur ve bu suya kaynama esnasında hinkalın içerisindeki muhteviyat tat verir. Çorbayı servis ederken içerisine isteğe göre karabiber ya da kırmızı pul biber, sirke, limon, sarmısak gibi ilaveler yapılabilir.

Ülkemizde bazı yerlerde hinkala “Dağıstan mantısı” denmekte fakat bu bence doğru bir tabir değil. Olsa olsa bir benzetme olabilir çünkü bir mantı ile hinkalın tatları arasında çok fark vardır. Hem her yemeğin adının orjinalinin bilinmesinin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Öyle olacak olsa spagettiye İtalyan makarnası, suşiye Japon çiğbalığı falan derdik.

Neyse hinkala dönecek olursak, işe önce hamur açılarak başlanır;
 
Tabi çocuklar da bu işten uzak kalmazlar J

 
 
Açılan hamurdan çapı yaklaşık 7-10 cm. civarında olan minik daireler kesilir. Ve bu kesilen dairelerin içerisine bir miktar kıyma koyulur. Tabi bu kıyma sadece kıyma olmayıp içerisinde muhtelif baharat ve sirke de içermektedir.
 
 
Kıymalar hamurun içine koyulduktan sonra hamur özel bir şekilde “örülerek” kapatılır.


 
 
Örülerek kapatılan hinkallar bu şekilde görünürler.

 
 
Daha sonra kaynayan suyun içerisine atılarak pişirilirler. Bu esnada hem hinkallar pişer, hem de hinkalın içerisindeki muhteviyatın tadı suya çıkar. Bu arada bazı hinkalların “patlaması” özellikle işe yarar!
Hinkallar servis edilmeye hazır;

 
 
Tabii çocuklar yine baş köşeye J
 
 
Vee mutlu son: afiyet olsun.
 
 

16 Ocak 2013 Çarşamba

Kahve ve Ben


Kahve…

Benim için sihirli sözcük!

Kutsal sıvı, hayat suyu, büyük keyif…

Kahveyi içmeyi de yapmayı da çok seviyorum. Kendimi bildim bileli de severim. Bu akşam kendime şöyle güzel bir kahve yapayım derken, birden aklıma eski zamanlar geldi. O zamanlar kahve nasıl yapılırdı, hayatımızda yeri neydi, hangi kahveleri içerdik? Şöyle bir gözümde canlandırınca, bu güzel hikayeyi yazıya dökmek istedim.

İlk önceleri daha hazır kahve diye bir şey yokken, türk kahvesi yapılır, isteğe göre içine süt ilave edilirdi veya daha küçükseniz, direkt olarak sütün içerisine türk kahvesi koyarak sütlü kahveden ziyade "kahveli süt" yapılırdı. Özellikle direkt sütün içerisine yapılan türk kahvesinin tadı ne güzel olurdu.  Tek kötü yanı, bardağın dibindeki telvenin ağzınıza gelmesiydi.

Sonra hazır kahveler girdi hayatımıza. Markası ne olursa olsun biz "Nescafe" derdik ona hatırlarsanız. İlk Nescafe markası tanınıp hayatımıza girdiğinden herhalde, kimse markasına dikkat etmez, nescafe içiyorum derdi ama koyduğu kahve belki de Jacobs'du! Tıpkı her türlü kağıt mendile de "Selpak mendil" dendiği gibi. Hazır kahvelerin daha ülkemizde bulunmadığı zamanlarda, yurtdışındaki tanıdıklarımız gelirken getirirlerdi. Mesela Almanya’lardan gelirdi bize “Nescafe”. Birde bir evde bundan olması, sanki bir nevi prestij unsuruydu aynı zamanda. İmrenirdik o tanıdıklarımızın, yakınlarımızın evine gittiğimizde. Sohbetin koyulaştığı, “çay faslı”nın bittiği gecenin ilerleyen vakitlerinde sıra “nescafe” keyfine gelirdi. Hazırlanması da çok basitti; bir fincan sıcak suya iki kaşık hazır kahveyi döktün mü kahve hazırdı. İstersen biraz da süt koyardın, olurdu sana sütlü nescafe. Hem telvesi, posası, çöpü olmazdı, temiz temiz sonuna kadar içebilirdin.

Daha sonra iş daha da kolaylaştı, çok pratik bir hale geldi. Tek fincanlık, kahvesi, kreması ve şekeri içinde olan poşet kahveler ortaya çıktı. Kahveyi koy, kremayı dök, şekeri ayarla, tüm bunlara ayrı zaman harcamıyordun. Döküyordun bir poşeti bir fincanın içine, üstüne de suyu koyup karıştırdın mı işlem tamam. Bir sürü de çeşit vardı; şekerlisi, şekersizi, fındık aromalısı, vanilyalısı, çikolatalısı vs.

Bu noktadan sonrası doğal gelişimle değil, direkt tercihler sayesinde değişebiliyor. Çünkü artık hazır kahve yerine bir gün  “filtre kahve” deneyeyim diyorsun. İşlenmemiş, katkısız, daha has kahve tadı. Buna alıştıktan sonra da bir daha hazır kahveye dönüş hemen hemen imkansız! Tabi filtre kahvenin yanı sıra espresso, latte, cappuccino, mocha gibi değişik kahve türleri de damak zevkimize göre tercih edebileceğimiz diğer seçenekler.

Haliyle bunları sürekli dışarıda içip evde içemeyince, eve de bir filtre kahve makinesi alıp son aşamaya gelerek, bu kahveleri evde kendiniz yapma zevkine ulaşıyorsunuz. Artık siz iflah olmaz bir kahve tutkunusunuz, geçmiş olsun!

Evinizde dilediğiniz damak zevkine göre kahvenizi yapıyor, ekstra soslar kullanarak değişik tatlar ve görsel şölenler yaratıyorsunuz. Değişik kupalar, cam fincanlar, altlıklar kullanıyor, kahvenizin üzerine krem şanti, süt köpüğü, çikolata sosu, toz çikolata ile süsleyip, kahvenin yanında minik çikolatalar, kurabiyeler ile ikram şekilleri düzenleyerek tam bir zevk ve şölen yaratıyorsunuz.

Mesela benim yaptığım bir kahveyi örnek olarak size sunmak istiyorum;

 

Benim kahve kültürüm bu şekilde gelişti ve devam ediyor.

Tüm kahve severlere selam ve sevgiler.
 

 
 
 

4 Ocak 2013 Cuma

Sandviç: iki fiş arası kredi kartı

Tuhaflık bende mi, yoksa siz de bahsedeceğim şeyi yaşayıp sinirleniyor musunuz bilmiyorum ama, muhakkak rastlamışsınızdır. Herhangi bir markete girer alışveriş yaparsınız. Sonra kasaya gelirsiniz ödeme yapmak için, kredi ya da nakit kartınızı verirsiniz kasiyere. Ödemeyi alır, kartın slibini çıkartır, kartı slibin üzerine koyar, sonra yazar kasa fişini çıkararak onu da kartın üzerine koyar ve size uzatır.
 
Ne oldu; iki fiş arası kartlı sandviç!
 
Be mübarek, neden o kartı ısrarla iki kağıdın arasına koyarsın? Kasada tek elimde ya alışveriş poşetim, ya da cüzdanım varken, diğer elimle fişleri ve kartı alıyorum. Kartı cüzdanıma, fişleri de poşete koymak için kartımı iki kağıdın arasından almam lazım ve bu tek elle biraz zor oluyor. Her seferinde de sinir oluyorum.
 
Düşünüyorum da ben olsam aynı işi yaparken gayrı ihtiyari iki fişi üstüste koyar, kartı da en üste koyar veririm. Hani Cem Yılmaz'ın dediği gibi; "aynı havayı soluyoruz, muhtemelen de üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yiyoruz ama o artık bunları vücudunda nasıl işliyorsa ortaya böyle değişik bir eylem çıkıyor".
 
Ve ben her seferinde Hasbinallah çekerek marketten çıkıyorum. (İyi tarafından bakarsak bu vesile ile her seferde Allah'ın adını anmış oluyorum.)
 
İşin ilginç yanı, hiç üşenmedim ve evde eşimle bir deneme yaptım! Olayı ona anlatmadan, önüne fiş ile slibi koydum ve bir kasiyer gibi davranarak benden ödeme almasını istedim. Bunu iki defa tekrarladım ve her ikisinde de eşim iki fişi üstüste koyarak, kartı da en üste koyarak bana geri verdi. Aşkım teşekkür ediyorum sana, ne de olsa aklın yolu bir.
 
Sevgili kasiyerlere duyurulur.
 
 

3 Ocak 2013 Perşembe

Biz Kaç Kişiyiz?


(11 Haziran 2009'da yazdığım bir yazıdır.)
 
 
Biz kaç kişiyiz?

Merak ettiğim öyle çok fazla birşey değil. Altı üstü insanca yaşayan ya da yaşamak isteyen, vatanını, milletini seven, birazcık da olsa medeni olabilen, nazik, kültürlü vs. sıfatlara sahip kaç kişi olduğumuz...

 

Örneğin;

Trafiğe çıktığımızda kurallara riayet eden, kırmızıda duran, yaya geçidindeki yayanın geçiş üstünlüğüne riayet eden,

Aracını park ederken çizgili yerlerin dışına taşırmadan ve başkalarını engellemeyecek şekilde park eden,

Yolda giderken yayalara ve diğer araçlara mümkün olduğunca yol veren,

Gereksiz yere korna çalarak gürültü kirliliği yaratmayan,

Çöpünü belli zaman ve saatte belirli yere, iyice kapalı olarak koyan,

Toplumsal olaylara karşı duyarlı ve gerektiği zaman gerektiği şekilde tepkisini gösteren,

Sağlıklı yaşamın gereklerini yerine getirerek yeme alışkanlıklarını düzenleyen, spor yapan ve vücut sağlığını koruyan,

Uğraştığı bir hobisi olan, ortaya birşeyler çıkarabilen,

Mümkünse roman ve hikaye türü dışında da kitap okuyan,

Türkçe pop, arabesk, fantazi dışında türkçe ve yabancı tür müzik dinleyen,

Klasik, new age, chill-out, jazz, country, rock, ethnic gibi türlerden zevk alabilen,

Tavla ve kağıt oyunları haricinde satranç, dama vs. oynayan,

İnternette tartışma gurubu ya da forumlara üye olan, bilmediklerini araştıran,

Facebook’a üye olup sadece geyik yapmak, saçmasapan uygulamalarla uğraşmak ve resim albümü yaratmak yerine kendi düşünceleri veya araştırdıkları yönünde, kendisine maddi manevi pozitif kazanç sağlayacak, yada kendi gibi düşünenlerle biraraya gelebileceği bir ya da birkaç gurup kuran,

Bilimsel ve akademik çalışmalar içinde olan ya da en azından bunlara ilgi duyup okuyan, ilgilenen, en azından bilimsel konuları basitçe de olsa anlayabilen,

Günlük ya da en azından haftasonu gazete okuyan,

Fanatik, Fotomaç, Fotospor, AMK yerine Sabah, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Radikal okuyan,

Düzenli takip ettiği köşe yazarları olan, bu köşe yazarlarının yazılarını da kuru kuruya okumayıp gerekirse kendisine mail yazarak tartışan,

Örneğin Bekir Coşkun’un ifade ettiği gibi, “göbeğini kaşıyan adam” olmayan,

Siyasi partilerin şahıslara verdiği türlü küçük faydalara kanarak ülkenin birtakım değerlerine zarar verilmesine karşı çıkan,

Okulların sadece öğrenim değil aynı zamanda eğitim yeri de olduğunu bilen,

Eğitmenlerin davranışlarını kontrol ve gerekirse bilinçli olarak itiraz/müdahale eden,

Evinde komşusuna, sokakta yanındakilere karşı sorumluluk taşıdığını bilen, ve bundan dolayı çoluğuna çocuğuna sahip olan, terbiye veren,

Çocuğundan görmeyi istediği davranış şekliyle ona davranan,

Tartışma adabını bilen, kendisiyle aynı fikre sahip olmayanı da değerli insan olarak nitelendirip hakaret etmeden konuşabilen,

Bu yazıyı yazan bana kızmadan, hakaret etmeden, sinirlenmeden cevap verebilen,

Yaşamında daha çok “özür dilerim”, “teşekkür ederim” diyebilen,

Hizmet eden herkese saygı duyan,

Kazanç farkının insanlık açısından statü farkı oluşturmayacağını bilen,

İnsanlara elinden geldiği ve yapabileceği konularda yardım eden,

Doğa’ya değer veren ve doğa olmazsa insanın da olamayacağını bilen,

Hayvanlara sevgi ile yaklaşabilen,

Çocuklarına ve çevresine doğa ve hayvan sevgisi aşılayan,

Çevresini kirletmeyen, bu konuda bilinçli olabilen,

Enerji tasarrufunun ne olduğunu, neden gerekli olduğunu bilen, buna göre davranan,

Hanımlara karşı gerçekten kibar davranan,

Hamile bir insanın kutsal olduğunu kabul edip her türlü saygı ve yardımı gösteren,

Engelli insanlarımıza daha çok yardımcı olunabilecek projeler için çalışan,

İçki ve sigaranın gerçek bir felaket olduğunun bilincinde olan ve bu tip alışkanlıklarını terk edebilen,

Her gün düzenli olarak traş olan, her gün düzenli olarak dişlerini fırçalayan,

Başkasının telefonunu açması gerektiğinde: “filancanın telefonu” yerine: “ben filanca” diyen,

Cep telefonu ile konuşurken sesini sadece karşısındakine duyuran,

Konuları tartışırken hemen ikili çekişmeye girip meselelerin özünden sapmayan,

Karşısındaki kabalaştığında onun seviyesine inmek yerine diyaloğu kesebilen,

Kendisine bir uyarı yapıldığında hiddetlenmek yerine bir kez olsun düşünebilen,

Eğer haksız olduğunu fark etmişse derhal özür dileyebilen ve gönül alan,

Ego tatmini peşinde koşmanın erdemli bir davranış olmadığını idrak edebilen,

Kazandığından küçücük bir payı muhtaç olanla paylaşabilen,

Bir işi yaparken kendisine ne fayda sağlayacağının muhakemesini yapabilen ve bu faydanın gerçekten gerekli olup olmadığını görebilen,

Etrafındaki kişilere daha çok duyarlı davranabilen,

Bazen sessizliğin birçok sözden daha fazla şey anlattığını bilen,

Bu sessizlikten gerekli manayı doğru olarak çıkarabilen,

Bir bilgi bulduğunda sonuna kadar okuyup/öğrenip istifade etmeye çalışan,

Bu yazıyı sonuna kadar sabredip okuyabilen......Kaç kişiyiz?...

Kaç?

2 Ocak 2013 Çarşamba

Merhaba

Merhaba, Tamer Gişan ben. Aklımdan geçenler, içimden gelenler, kalemimden dökülenler, eleştirilerim, beğenilerim, gözlemlerim, günlük yaşama dair ne varsa hepsini burada paylaşacağım. Bunların yanısıra kendi kaydettiğim ilginç ve özel ses kayıtları ya da müzik dosyaları ile yine kendi çekmiş olduğum bazı resimleri de paylaşmak istiyorum. 
Herkese sevgi ve saygılar.